Egemir Studios:

Work In Progress...

Egemir Studios: <br> <br> <i>Work In Progress...</i>
Egemir Studios proudly presents! We will bring you a new point of view to video games!
We are now working on the game. Keep checking here for news in the future! ^.^

4 Ekim 2008 Cumartesi

Lineart Study



Hi folks,
I realized that somebody answered my poll. Seems somebody is visiting here, thanks first of all. Here is my first artwork submission according to the poll.

These characters are Bunny-Champion and Sheep-Soulmaster where from the game "Trickster Online". This is a lineart study, I traced over original pictures with basic brush tool on Photoshop CS2.
Trickster Online is a very cute Korean online game, it is different from other online games. Game has an interesting system and totally different character classes.

Sorry but I heard there are too much art thieves so cannot submit the original size of the image. Click on the picture to enlarge a bit.

If you have any questions, do not hasitate and ask me. Don't forget, if you answer the poll, I will submit more stuff. Comments are always welcome.

See ya, that's all folks!


Reference pictures (c) Trickster Online

20 Mayıs 2008 Salı

First Entry

Sorry foreign guys, this will be in my mother language..

"Geçen yıl bir FRP sitesinde eğlencesine katıldığım bir kısa öykü yarışmasına gönderdiğim hikayemi buraya koyuyorum. Yarışmada ilk paragraf verilmişti, gerisini getirmemiz istenmişti. Benim hikayem üç yıldız sonrası başlıyor. Geçen gün bir daha okudum da hoşuma gitti, kurgusu fena olmamış. Biraz uzun, sabredip sonuna kadar okumanızı öneriyorum, olaylar güzel gelişiyor. Özetle kısa bir bilim-kurgu hikayesi, keyifle okuyun..."

- Son 24 -

Uyandım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Vücudumda bazı morluklar vardı, midem bulanıyordu. Bomboş bir odadaydım. Bir ayna vardı karşımda. Aynadaki görüntüm midemdekilerin tamamını boşaltmama neden oldu. Kendimi toparladığımda tekrar aynaya baktım. Kırmızı renkte bir isim yazıyordu. Elfide... Elfide'yi bul.
* * *

Hatırlamaya başladım. Ben 48 saatte kurulmuş bir çetenin son üyesiydim. İki günde bir insanın hayatı bu kadar değişebilir. İki gün önce bir kafede arkadaşımla oturmuş, kasiyer kızın güzelliğini izliyordum; bugün ise vücudumda morluklar, çürükler, kurşun sıyrıkları ile bomboş bir odada kusuyorum. Ha, bomboş değil, bir ayna var, iğrenç halimi gözüme sokmak istemişler sanki. Bir de şu ‘Elfide’yi bul’ yazısı. Elfide ne be? Ya da kim? Benim kanımla mı yazılmış? Olabilir... Bu sadistlerden her şey beklenir.

“Öhö!” Ah, çok kötü öksürdüm, kan çıktı ağzımdan. Yok ya yok bir şeyim, biraz dayak yedim o kadar. Kalk ayağa, kalk. İki günde çektiklerine değmez yerde sürünmen, ölen arkadaşların için kalk. Onlar adına devam etmeliyim yoluma, bir amaç için öldü onlar, benim yüzümden bulaştılar bu işe. Her şey iki gün önce o şirin kafede otururken başladı...

Normal bir gündü başta, sabah ucu ucuna kalktım, apar topar fırladım evden, arabanın tamponu kaldırıma sürttüm, bir bahaneyle iş yerine girdim. Gene ayakta gezindim, milletin işine karıştım ve öğle yemeği saati geldi. Her boş vaktimizde iş yerinden ayrılıp gittiğimiz o kafeye gittik bir arkadaşla. Arkadaşım normal bir iş arkadaşı değil, gerçek dost diyebileceğim biriydi. Kendine CK diyordu, uzun ismini ben bile bilmezdim. Kısa boylu, kalıncana, güçlü bir yapısı vardı. Hep bir palto ve atkıyla gezerdi, bir iş adamı edasıyla dururdu. Kafede oturmuş, havadan sudan konuşuyorduk kahvelerimizi yudumlarken. Ben gene onu dinlerken arkasındaki kasiyer kızı izliyordum. Çok güzel bir kızdı; çok tatlı bir yüzü, ipek gibi dümdüz ve parlayan, kaşmir yumuşaklığında, gece karası upuzun saçları vardı. Ama genelde o toplamayı seçerdi, bir kere sokakta yürürken açık halini gördüm, omuzlarından bir şelale gibi dökülüyor, rüzgârda parıldayarak dalgalanıyordu. Bir tanrıça gibi parıldadı yanımdan yürüyüp geçerken, saçtığı ışık gözümü kör etti. O günden sonra başka kızı düşünemez oldum. Çalıştığı kafeye daha sık gitmeye başladım. CK de benle beraberdi, o da anlamıştı bu kızı fark ettiğimi. Kafede otururken bazen göz göze gelirdik, bir gülüşü vardı bana bakarken, dilimizde bu gülüşü anlatacak bir kelime yok. O baktığı zaman etraftaki her şey kayboluyor, bir tek o kalıyordu. CK “Git konuş,” diyordu, “bak işte kız da senden hoşlanıyor.” “Yok ya!” dedim her zaman, bir tanrıça bir ölümlüden hoşlanabilir mi?

Ancak o gün hayatımız değişecekmiş bir kere, kader melekleri ağlarını örmüş. Kafeye birkaç takım elbiseli adam otomatik tüfeklerle saldırdılar, o güzel kasiyer kıza kurşunların isabet ettiğini gördüm ve aklım uçtu gitti başımdan. Düşünmeden fırladım, kasiyer kızı yakaladığım gibi atladım yere. En son bir patlama oldu ve kesildi bütün gürültü. Polis sirenleri duyuldu, yakındalarmış şansımıza, silah seslerine gelmişler.

Zar zor kalktım ayağa, sendeleyerek kapıya yürüdüm. Öksürüyordum hâlâ. Elfide... Ne olabilir? Acaba gizli bir anlam mı çıkarmalıyım, El-fide olabilir mesela. El, arapçada ‘the’ gibi bir anlama sahip, fide de biliyorsunuz, körpe çiçek. Yani belli bir fideyi mi bulmam lazım? Aman! Saçmalıyorum gene, başım çok ağrıyor. Kapıyı sertçe yokladım ve açıldı, kilitli değilmiş. Yalnız hızlıca kapıyı açınca kapının ardında duran birine sertçe vurmuş oldum. Adamın tam yüzünde patladı kapının kenarı, adam yere yığıldı kaldı. Bir de baktım, savaştığımız mafyanın adamlarından biri. Tabii ya, beni tutsak almışlar. En son beni konuşturmaya çalışıyorlardı. Sinirlerini benden çıkarırcasına tekme tokat vuruyorlardı bana. “Kimsiniz siz?” diye bağırıyorlar, benden ses çıkmayınca vurmaya devam ediyorlardı. Neden konuşayım bu katillerle. Bilgi almak için CK’ye silahı doğrulttular, “Konuş!” diye bağırdılar. Benden ses çıkmayınca CK’ye bir el ateş ettiler. Bu olay yedi kere tekrarlandı. CK de ne sağlam adamdı, gözleriyle konuşma diyordu bana. Oradaki sekiz silahlı adamın başı olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya başladı. “Kimsiniz? Bir günde ortaya çıktınız, mayfamızın içindeki üç çeteyi yok ettiniz, birçok adamımı hakladınız. En iyi elemanlarım sizin namlunuzdan çıkan kurşunlarla can verdi. Anlamıyorum, nerden çıktınız, bize bulaşmanızın sebebi ne?” Ağır adımlarla geldi üzerime. “Aslında yedi kişiydiniz, bir kadın altı adam. İlk adamınız Kafe Karrera’da öldü. Nasıl bir baskın yaptınız öyle?!” Slimfy’den bahsediyordu. İlkokuldan beri arkadaşımdı. Çok severdim kendisini, her işten paçasını kurtarmayı bilirdi. Ancak ilk düşenimiz o oldu. Kafeye girdiğimizde silahları çektik ve gördüğümüze sıktık. Biliyorduk herkesin mafya adamı olduğunu. Onlarca adama karşı dört kişiydik. Slimfy’nin elinde otomatik tüfek vardı, mantıklı olan da ilk onu vurmaktı onlara göre. Lider olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya devam ediyordu. “Baskını yaptıktan sonra kaçarken de çetenizdeki tek kadın öldü.” O kadın Jourlune’du. Çok sevimli bir kızdı, hepimiz çok severdik. Ölümü nefretimizi arttırdı, sinirimizi kontrol edemeyip hedefimizden taşarak başka bir mekânı daha bastık. Biz o mekânı basarken kiraladığımız ve istihbarat olarak kullandığımız minibüsü ele geçirdiler. İçinde Basione ile EmekliBaşÇavuş’u öldürdüler. Nasıl öldüklerini bilmiyorum, biz geldiğimizde iki arkadaşım da yerde kanlar içinde yanan minibüsümüzün yanında yatıyordu. Basione süper bir hackerdı, onun sayesinde bütün bilgileri öğrenmiştik. Hangi mekânlar mafyanın, önemli kişiler kimler ve neredeler gibi bilgiler artık elimizde yoktu. Bir günde dört arkadaşımı kaybettim ve hepsi de benim yüzümden öldüler. Artık sadece ben, CK ve Bedo kalmıştık. Bedo mafyayı çökertmemize yardımcı olması için tuttuğumuz bir tetikçiydi. İşinin en iyisiydi, elinde Nazi Almanyası’nın bir numaralı tüfeği Kar98k’nin bir uyarlaması vardı. Nasıl da ustaca kullanıyordu! Hayrandım kendisine, sadece tüfekle bizden çok adam vurdu. Ama biz yakalanırken o öldü. Bizden bilgi almaya çalışıyorlardı döve döve. O bastıkları kafede çalışan kızı korumak için onları çökertmeye çalıştığımızı kırk yıl düşünseler bilemezlerdi. Ne sabıkamız vardı ne de başka bir olaya karışmışlığımız. Hayatımızda sadece bilgisayar oyunlarda elimize silah alıp adam öldürmüş insanlardık.

En son CK’nin başına dayadılar silahı, son kez soru sordular bana, gene yanıt alamayınca tetiği çektiler. Alnından kanlar boşalarak yere yığılırken her zamanki gibi göz kırptı bana. Şimdi de CK’nin başına sıkan adam burnu kırık bir halde önümde yatıyordu. Ceplerini karıştırıp silahını aradım. Bir desert eagle çıktı, CK’nin kanları namlunun ucunda. Yedi kurşunlu sağlam bir silahtır. Şarjör de bir eksik sadece, altı kurşun. Burdan çıkmama yetsin de...

Tam önümdeki kapıyı açacaktım ki, içimde acı veren bir duygu baş gösterdi. Bu iğrenç duygu tüm bedenimi sardığında dayanamadım ve arkamı dönerek yerde yatan katilin kafasına bir el ateş ettim. Kafatasının kırılarak beyninin etrafa fışkırması bana zevk vermedi; ama arkadaşımın intikamını almış oldum. Ne yaptığım hoşuma gitti ne de mutlu oldum, intikam işte. Yıllardır dostu olan insanların sırayla ölümlerini izlemek insanı böyle donuklaştırıyor belki de. Silah sesine birilerinin geleceğini düşünerek olduğum yerde bekledim. Çok beklemeden karşımdaki kapının kolu oynadı. Kapı aralanırken kapının ortasına ateşledim elimdekini. Kurşun tahta kapıyı delerek bir ete saplandı. Acı bir çığlık ve yere yığılma sesi. Kapıyı açtığımda karnını tutarak yerde debelenen takım elbiseli bir başka mafya elemanı gördüm. Elindeki silah düşmüş, biraz ileride yatıyordu. Adam bağırırken yerden silahını aldım, bir berettaydı. Bu berettayı kanlar içindeki çaresiz adamın kafasına dayadım, konuşmasını söyledim. Bana aşağıda bir sürü adam olduğunu, arkayı kullanmamı söyledi ve canını bağışlamam için bir sürü dil döktü. Tetiği çekip susturdum adamı, bu kadar da yalan konuşulmaz. Başından fışkıran kanlarla sulanan tabancayı artık ölmüş olan adamın ceketine sildim. Aşağıda birileri olsaydı çoktan gelmişlerdi ve tahminimce arka çıkış onun tarif ettiği yer değil burasıydı. İlk vurduğum adamın gömleğiyle ceketini giydim, benim üst kısmım yoktu, sadece kanlı pantolonum ile tozlanmış botlarım duruyordu üzerimde. Giyindikten sonra koşarak devam ettim ve yangın merdivenlerine vardım. Atlaya atlaya indim basamakları, arka ve tenha bir sokağa çıktım. Etrafa çöplerin saçıldığı dar bir sokaktı burası. Trafiğin sesi duyuluyordu, sesi takip ettim. Bu arada elimde neler olduğunu düşünüyordum. Açıkçası hiçbir şey... Tüm çete elemanlarım ölmüş, elimdeki tüm bilgiler uçup gitmişti. Başladığım yere dönmüştüm, ‘Elfide’yi bul’ yazısını bilmem dışında. Neydi veya kimdi? Hafızamı zorluyorum; ancak en ufak bir şey gelmiyor aklıma. Yalnız mantıklı düşünürsem eğer, o Elfide yazısını kim yazdı? O odada tutsaktım ben, neden bana ipucu vermek istesinler? Kapıyı da açık bırakmışlar, kaçayım ve Elfide’yi bulayım diye mi? Kesin tuzak kesin; ama bu kadar da bariz bir tuzak olur mu? Tabii, biliyorlar elimde hiçbir şey kalmadı, en ufak ayrıntıyı bile değerlendirmek zorundayım. Tek çarem bu tuzağa bilerek düşmek. Bu düşünceler kafamı esir almışken yola vardım. İlk gördüğüm taksiyi durdurdum, Karanlık Yüz’e gideceğimi söyledim. Yaşadığım şehir iki kısımdan oluşuyordu: Normal hayatın sürdüğü Gümüş Alan ve kanunsuzların hüküm sürdüğü Karanlık Yüz. Biyolojik savaşın ardından şehrin tahrip olan varoş mahalleleri kanundan kaçanlar ve genetiği oynanmış insanlarla doldu. Biyolojik bombalar nedeniyle bu mahalleler siyah bir bulut tabakasıyla kaplıdır, her zaman gece hakimdir buralara. Savaşın ardından ayakta kalan ülkeler ‘Birleşik Devletler’ örgütünü kurdular ve korunma paktı imzaladılar; ancak biyolojik savaşın etkilerine mağruz kalan topraklar ölü alanlar sayıldı ve genetik bozukluklara sahip insanlar (ki kendilerine mutant diyorlar, yeni bir insan soyu ilan ettiler kendilerini) buralara yerleştiler. Kimse onlara yerleşmelerini de söylememiştir, kendileri oralara koloni kurdular. Bu koloniler vahşi batı gibiydi, kanun yoktu. Bu nedenle çoğu mafya ve kanunsuz buralara birikti. Böyle gelişmeler yüzünden kişisel hayat zedelendi. Bilgisayar üzerinden işlenen suçlardan dolayı çoğu insan kendi ismini kullanamaz oldu, artık herkesin bir takma adı var. Kimse kimsenin gerçek ismini bilmez. Gerçek isim, aile ve yakın çevre içinde kullanılırsa kullanılır, normal hayatta güvenlik için kullanılmaz. Şimdi ben de bu mahallelere gidiyorum, Elfide’yi orada arayacağım. Taksi trafikte ağır ağır ilerlerken şoföre döndüm ve Elfide’yi sordum.

“Elfide?” dedi dikiz aynasından yara bantlarıyla dolu yüzüme bakarken. “Karanlık Yüz’deki en büyük barlardan biridir ora. Bir mafya veya mutant kolonisinin işletmesi sanırsam. Oraya mı gidecez?” Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Büyük ihtimal neden yüzümde bu kadar yara bantı olduğunu düşünüyordu. Mafyanın adamları kafeyi bastıkları sırada kasiyer kızın üstüne yatmıştım ya, bütün fırlayan cam parçaları bana geldi. En çok yara yüzümdeydi; çünkü hemen önümde cam vitrin patladı. Hastanede ayakta tedavi oldum, hepsi geçici yaraydı, yara bantlarıyla idare edecektim. Taksici gözlerini yola çevirdi. “Ben gitmem oraya.” Belimdeki silahlardan birini çekip dikiz aynasına gösterdim. Öfleyerek “Peki abi...” dedi kısık bir sesle. Yaklaşık yarım saat sonra vardık bara. Taksiden tek bir kelime etmeden indim. Taksici de hiç parasını istemeden bastı gitti, o derece korkulan bir mekân mı ha burası? Hiç de duymamıştım burayı. Berettanın şarjöre baktım, on dört kurşun vardı. Desert eagle’da da dört kurşun. Toplam on sekiz kurşun. Mekânın büyüklüğüne bakılırsa ve bunun bir tuzak olduğu varsayılırsa içeride en az elli adam vardı. Ben ise maksimum on sekizini haklayabilirdim. Battı balık yan gider arkadaş; polis her yerde beni arıyor, mafya zaten en başından beri peşimde. Bir tetikçi benim korumaya çalıştığım kasiyer kızı vuracak ve vurma emrini verecek kişi büyük ihtimal şu an bu barda. En azından onla konuşma fırsatı yakalarım belki.

İçeri normal bir müşteri gibi girdim, salonun en ucundaki bar sandalyelerinin oraya kadar yürüdüm. Hiçbir hareket yoktu, gerçi pek öyle mafya kılıklı adam da yoktu. Barmene mekânın sahibini sordum, ne işim olduğunu sordu. O sırada iki takım elbiseli adam kollarımdan tuttu. İşte hareket başlıyor. Barmene bir meselemin olduğunu söyledim. Üzerimi aramaya kalktıklarında kollarımı bırakmalarını fırsat bilerek sağımda duranın burnuna sertçe bir yumruk attım, önümdekinin göğsüne avuç içimle vurdum. Burnuna vurduğum acıyla yere düştü, göğsüne vurduğumun nefesi kesildi. Belimdekileri çekerek birer el sıktım üzerlerine. Berettadan çıkan kurşun burnu kanayanın göğsünü deldi. Desert eagle ise diğer adamın boğazını delip geçti. İkisi de kan kusarak ayaklarımın önüne yığıldılar. Silah sesini duyan diğer mafya adamları silahlarını çekerek loş ışıkta bana ateş açmaya başladılar. Hemen barmenin durduğu bölüme atladım. Kurşunlar raflardaki şişeleri vuruyor, üzerime cam kırıklarıyla içkiler yağıyordu. O sırada barmenin tabanca çektiğini gördüm, hemen berettayı ona çevirip iki kere tetiği çektim. İlk kurşun omzuna isabet etti, köprücük kemiğini kırdı, biraz rotasından saparak omzunun arkasından çıktı. Acıyla omzunu tuttu barmen, elindeki silahı düşürdü. İkinci kurşun gözüne girdi Gözü parçalandı ve kanlarla göz çukurundan aktı gitti. Barmenin düşürdüğü silahı aldım, barın ardında saklanarak ilerlemeye devam ettim. O sırada barın tepesine çıkan bir mafya elemanına da desert eagle ile cevap verdim. Kurşun boynundaki şah damarını dağıttı, su fıskiyesi gibi kan püskürterek yere yuvarlandı adam. Ben o adamı vurduğum sırada barın ucunda başka bir adam belirdi. Tetiği çekmeye başladı, kurşunlardan biri omzumu sıyırdı, diğeri sağ kolumu vurdu. Ben de sol elimdeki berettayı ateşledim. İlk kurşunum sağ kulağından vınlayarak geçti arka duvarı vurdu, ikincisi çenesine girdi. Çeneyi kırıp geçen kurşun beyinciğine saplanıp kaldı. Bilinçsizce debelenerek öldü adam. Cesedin hemen dibine atıldım, patronun ofisine gittiğini düşündüğüm kapıya artık çok yakındım. Bir anda o kapı açıldı ve silahlı bir adam çıktı. Düşünmeden iki silahla da ateş açtım adamın üstüne. Toplamda dört el ateş ettim, desert eagle’ın son kurşunu ölümünü getirdi adamın. Desert eagle’ı fırlatıp attım, barmenden aldığım ve ne olduğunu bilmediğim tabancayı çektim. Loş ışıktan dolayı nerden geldiğini bilmediğim kurşunlara karşılık olarak iki silahımı da ateşleyek koştum kapıya. İçeri girerken bir kurşun baldırıma girdi ve yuvarlanarak düştüm içeri koridora. Tüm acılarımı unutmaya çalışarak ayağa kalktım, ölen arkadaşlarım ve o kasiyer kız adına devam etmeliydim. Bir anda salondan patlama sesleri geldi, iki el bombası patladı sanki. Hiç geri dönmeye niyetim yoktu, bir daha ölümün taze beden aradığı o salona dönmem. Sendeleyerek gittikçe karanlıklaşan koridorda ilerlemeye başladım. Bir patlama daha oldu salondan, ayrıca ağır çatışma sesleri geliyordu. Ne olduğunu da merak ettim. Sağ kolum da gittikçe kötüleşiyor, bacağımın durumu da hiç iç açıcı değil.

“Dur!” diye bir ses duyuldu karanlık koridorun ucundan. Ağır ağır yaklaşan ayak sesleri duyulmaya başlandı. Karanlığın içinde bir metal parlaması göründü, ardından da ayak seslerinin sahibi loş ışıkta belirdi. Yüzünün yarısı metal kaplı, siyah pardösülü bir adam, belki de mutant. Bu garip adam konuşmaya başladı.

“En sonunda vardın buraya. Bunu başarabilen tek kişisin. Bunu nasıl başardığını anlayamadım ve anlatsan da anlayamayacağım. Seni takdir ediyorum. Ancak bunu yaptığın için seni öldürmek zorundayım. Bunca zorluğa bir amaç için katlanılır anca. Bu amacını yerine getireceğim, söyle. Bunca adamımı neden katlettin, bunca mekânımı niye harabeye çevirdin? Ve öleceğini bile bile ne diye beni görmeye çalıştın?” Gözleri şapkasının gölgesinde olduğu için adam konuşurken gözlerim onun ağzına bakıyordu. Ne büyük bir ağzı vardı, içindeki dişleri vampir dişi gibi uzun ve metaldendi. Dudakları da yoktu, sesi tok ve derinden geliyordu.

Berettamla barmenden aldığım silahı adama doğrultarak tetikleri ardı ardına çekmeye başladım. Kurşunların hepsi hedeflerini buldu; ama bir gariplik vardı. Ben ateşi kesince adamın kanının aktığı vücudundaki kurşun deliklerinden kurşunlar teker teker dışarı çıktı ve yere döküldü. Bir anda koridor adamın korkunç kahkahalarıyla titredi. Parlayan dişlerini göstererek baktı bana. “Ben ölümsüzüm!” dedi yüksek sesle. “Biyolojik savaş sırasında vücudumda büyük ve onarılamayan yaralar açıldı; ama bir yerden eksilirse bir yerden artar. Bu dengeyi unutma. O yaraları hayatımın sonuna kadar örtmek zorundayım, buna karşılık ecel dışında korkmam gereken bir düşmanım kalmadı.” Pardösüsünün ardından yüzündeki metal gibi parlayan bir silah çıkardı. Namlusu bana bakıyordu. Tarifi mümkün olmayan bir korku ele geçirdi bedenimi ve son kurşunlarımı da boşalttım mutantın üstüne. Kurşun bitmişti ama ben hâlâ tetiklere basıyordum. ‘Çıt çıt çıt’ diye ses çıkarıyordu silahlar. “Bir mucize!” diyordum içimden. “Tanrım! Bir mucize istiyorum!” Bir anda dizlerimin bağı çözüldü ve dizlerimin üstüne düştüm. Gözlerim yaşlarla doldu. Titrek bir sesle “Di-dileğim, öldürülecek o-lan kasiyer kız-ın canını ba-bağışlamandır...” diyebildim sadece, tekleyerek. “Tamam, o ölmeyecek. Senin canına, onun canı.” dedi. “İşte sana bahsettiğim denge.” O anda BarBar’ın sesini duydum. BarBar, Cuma akşamları CK ile gittiğimiz barda çalışan bir barmendi. Her cuma bar kısmına oturur onla dertleşirdik, iyi bir dinleyiciydi. Bizi bu işe teşvik eden ve bize silah bulan kişiydi aynı zamanda. Arkama döndüğümde tabancasını metal yüzlü adama doğrultmuş, hızlı adımlarla yaklaşıyordu.

“Tetiği çekme dedim sana!” dedi sertçe. “Bana çektirdiklerinin hesabını soracağım.”

“Ne hesabı?” diye sordu mutant alaycı bir sesle. “Seni ben buldum, sana Gümüş Alan’da sorunsuz bir barda iş verdim. Besledim, korudum. Teşekkür etmeye geldin herhalde.”

“Benim umutlarımı söndürüp bu şehire sabitleyebilmek için kız arkadaşımı öldürdün!” diye bağırdı BarBar, onu hiç böyle sinirli görmemiştim. Açıkçası onu hiç sinirli görmemiştim. Metal yüzlünün surat ifadesi değişti. Düşünceli bir sesle “Demek köstebek sendin.” dedi. “Bu adam bu sayede gelebildi önüme kadar. Başından beri sen ona yol gösterdin.” Şimdi her şeyi anladım! Başından beri bana yardım ediyordu BarBar. Aynaya Elfide yazan, kapıyı açık bırakan, korumaları azaltan oydu hep. Metal yüzlü bana döndü.

“Bak, seni kullanmış. Zayıf halka!” dedi bana ve silahının namlusunu başıma çevirdi.

“Gümüş!” diye bağırdı BarBar, metal yüzlü bir adım geriledi. “Gümüş kurşun var içinde!” dedi ve tetiği çekti. Fırlayan mermi göğsünün tam ortasına girdi. O anda geri düştü mutant. Demek ki mutantın zayıf noktası gümüşmüş! BarBar koşarak yanıma geldi, yere çömeldi. Elini omzuma atarak “Sevdiğin için yapabileceğin ne varsa yapmanı istedim ben sadece. Ben sevdiğimi kurtaramadım, sen kurtar.” dedi gülümseyerek. Ben de gülümsedim, “Sana bir şey itiraf etmeliyim, o kasiyer kızı...” derken bir silah patladı, BarBar’ın göğsü kanla doldu. Korkuyla kafamı mutanta çevirdiğimde onu ayakta gördüm.

“Zayıf bir noktam olduğunu bilmeniz başka zayıf noktamın olup olmadığını araştırmanızı engelledi. İyi ki gümüş olayını uydurmuşum, çok mu zekiyim ne!” dedi koridoru titreten şeytani kahkahalar atarken. Bir kez daha silahı patladı ve namludan bir kurşun fırladı. Ossaat geri fırladım ben de kurşunun etkisiyle. Ama zorlanarak BarBar’ın yanına süründüm, o da bana döndü. “O kasiyer kızı seviyordun değil mi?” dedi gene sırıtarak. “Çok mu belli oluyor?” dedim ben de. “Hıh” diye bir gülümseme attı karşılık olarak. Son sözleri “Bu arada alnın kanıyor.” oldu ve başı geri düştü. Alnım mı kanıyor? Evet?! Akan kan gözlerime dolmaya başladı, noluyor? Vücudum titremeye başladı, ölümün soğuk nefesi ensemdeydi. “Hayır!” diye bağırmak istedim, böyle bitemez. Kazanıyordum, çok az kalmıştı. Ama sesim gitmişti, çenem kilitlenmiş, dilim düğümlenmişti. Tüm arkadaşlarım bir hiç için mi ölecekti? Olamaz, olamaz. O kasiyer kıza onu sevdiğimi söyleyemeden ölemem, kalk ayağa kalk, o kız içi... o kız? Kim o? Bu acı da ne? Ben nerdeyim, noluyor? Başım çok ağrıyor. Gözlerim kararıyor, etraf dönüyor. Kulaklarım uğulduyor, bu gürültü de ne? Kör oldum! Uğultu var sadece, o da azalıyor ve bitti?! Körüm ve sağırım, ben kimim? Neden böyle bir acı çeki... Ah! Uyandım! Görüyorum, duyuyorum. Demin noldu bana? Ne korkunç acıydı, üstüne bir de hafızamı kaybettim. Neyse her şey normale döndü, bu mutant beni öldürmeden kaçmalıyım. Bir saniye, yerde yatan ben miyim?! Evet?!



Notlar:
-Yarışmaya gönderdiğim şeklidir bu. Bir sözcük dahi eklemedim veya çıkarmadım. Aynen buraya koydum.

-Hiç ummuyordum, dereceye belki girerim diyordum. Bu hikayeyi gönderdiğim yarışmada birinci oldum ve bir kitap kazandım. Teşekkür ederim tekrardan.

-Kişilerin takma adları daha gerçekçi olsun diye arkadaşlarımın sağda solda kullandıkları takma adları kullandım. Ama hiçbirinin bu hikayeden haberi yok.

-Aslında hikaye daha uzundu. Ama yarışmanın bir uzunluk sınırı olduğu için kısalttım. Hikayenin sonunda başkarakterimiz, Azrail meleğiyle konuşuyordu. Kafasındaki her şeyi soruyor, geçmişi ve geleceği öğreniyordu.

-Baştan sona hikayemi okuyanlara teşekkür ederim..

11 Mart 2008 Salı

Coming Soon...

This page is currently under construction.

I will upload some stuff soon...

Contact Egek (Out of Order):


Şu anda bu bölüm devre dışıdır!
Her nedenle Egek'e yazabilirsiniz, memnuniyetle sizi yanıtlayacağız.

Açıklamanızı doğru seçerseniz size daha hızlı dönebiliriz.

Dilek Sorun Öneri Övgü

Konu nedir?

Diğer:

Buraya yazmak istediğinizi yazın:

Size ulaşabilmemiz için bilgilerinizi eksiksiz doldurun:

Ad
E-posta
Acil mesaj!